30 Aralık 2010 Perşembe

5. Gün

tüyler ürpertiyordu gece
beyaz tomurcuklar gibi dağılmıştı gökyüzüne yıldızlar
ve karşı kıyıda çırpınarak sevişen balıklar
diplerde yatan kemiklerin şarkısını söylüyordu fısıldaşarak
kan kokuyordu gece


ve o çıkageldi 
bir rüya gibi sessizce
çöküverdi ağırlığı üzerimize
tüm şehir geceden daha da karanlığa boğuldu
yalnız bir martının iç çekişi
ve şu bahsettiğim balıkların sevişme sesleri
kulaklarımızı doldurdu
biz de kadehlerimizi kaldırdık
aydınlık günlerin gelmeyecek tortusuna


yanımda bir adam vardı.
adını hatırlayamadım.
sadece kayıp ruhuna parmağımı değdirip
çekmek istedim tüm dünyayı kolundan...






-5. Günün Sonu-

26 Aralık 2010 Pazar

4. Gün

Zaman, sevişirken bile şarkı söyleyen bir fahişeydi Bastet'in gözünde.
Zaman zaman bir arya, zaman zaman bir çığlık oluverirdi martılara özenilen, dolu dolu.
Bastet hiç bir zaman aynı şarkıyı birden fazla kez dinleyemezdi
Zaman Bastet'e hiç yabancılık çektirmezdi.
Doğumundan ölümüne kadar da böyle olacaktı, Bastet bunu iyi bilirdi...



--------



Günlerden bir çok gün Kayıp Zamanlar Ormanında dolaşmaya çıkardı Bastet
Gözleri bir Kayıp Zaman Keçisi arardı, her yerde.
Hangi dereden geçse, kenarları boylu boyunca tarar, dürbünüyle en ufak su çırpıntısını bile kaynağına kadar izlerdi.
Hangi çalılığı bıraksa ardında, içi huzursuzlanır batan dikenlere ve sevgili ısırgan otlarına aldırmadan geri dönüp o çalılığı talan ederdi.
Bulamadığı her gece göz yaşları hüzünle dolar, kırmızı pikabına bir George Benson plağı koyar, gözlerini yıldızlı gökyüzüne çevirirdi.
Yanağına süzülen damlaların onu dinçleştireceğine ve yeni sabaha daha taze başlatacağına inanır, hayaller kurarak uykuya dalardı.
Ne zaman bir guguk kuşu yanı başındaki ağaca konar da sevgilisine bir yuva oymaya başlarsa
O zaman uyanırdı Bastet, günün ilk ışıklarına inatla.

Bu hikayenin sonu bu zamana kadar hiç gelmedi...
Bastet bu zamana kadar hiç o gözlediği dereden bir avuç su içmedi.
Çalılardan bir tane bile yaban mersini koparıp yemedi.
Yıldızlara dokunamadı, gece boyu gözleri açık duramadı.
Ve guguk kuşu gelmeden önce hangi kasımpatı tomurcuklandı, açtı bilemedi.

Bu hikayenin sonu henüz gelmedi.
Çünkü Kayıp Zaman Keçisi kaçmayı bir türlü bırakmadı...


-4. Günün Sonu-

24 Aralık 2010 Cuma

3. Gün

Bastet şaşkın ve şapşaldı.
Doğumunun tam anlamıyla 3. günüydü ve bu denli çabuk gelişip erginleşeceğine akıl sır erdiremezdi.
Zeu'ya bunu anlattı.
Zeu inanmışmıydı bilmiyordu, inandığını sanmıyordu, ama görecekti -biliyordu-

-----

Bastet acı çekiyordu.
Kanındaki 200 mg yüksek dozda ağrı kesici ve izlediği aşırı psikolojik film beynine doğrultulmuş bir su tabancası gibi tazyik ve endişe veriyordu.
Bastet korku ağrı ve acı sıçaraktan bedenini tüm bunlardan temizlemeye çalışıyordu.
Bastet bugün küfürbaz, anlaşılmaz ve bir dolu -mez/maz olumsuzluk ekiyle sürünüp gidiyordu.

-----

Geçmişine uyku dolu gözlerle baktığında
Kapalı zihninin tanımlanamayan seslerini duyuyordu kulağı
Kaybolduğu zamanları hatırladı
Kaybolduğu evreni, sonsuzluğu ve değer yargılarını..
Güldü
Şen, şehvetli ve fahişeli bir kahkaha attı
Dünya gözüne eskisi gibi sıradan görünmüyordu
Montofon ineklerinden daha çok bahsetmek istiyordu
Tanrıça ilk defa ayağa "bugün" kalktı
Tacını giyidi
Ve..
Pelerini kaydı omuzlarından.
Bir kediyi andıran ayva tüyleri
Artık daha taze olamazdı...


-3. Günün Sonu-

23 Aralık 2010 Perşembe

2. Gün

Güneş sanki pencerede bir delik varmışçasına ışın demetleri halinde Bastet'in sırtında toplanıyordu.
Bastet boğuk odaya küçük kaçan büyük radyosunda dilediği paraziti bir türlü bulamıyordu.
Kusması gereken yoğunlukta duygusu vardı içinde.
Kızgındı Zeu'ya, korkuyordu Ebg'den ve çekiniyordu Saga'dan.
Bir önceki gece karanlık ormanda Zeu'yla olan konuşması, bittiği andan şimdiye değin zihninde tam anlamıyla birleşememişti bir türlü.
Ama değin dedim ya, o yüzden şimdi birleşti.
Düşündü, düşündü...
Toparladı aklında bir güzel.
Gerçeğin ortaya çıkacağı günü tahmin edip hava raporuna çevirmek istedi ve bunu yaptı da.
Sis bulutu önümüzdeki nisan ayında dağılacaktı.
Belki yağmur yağacak, belki güneş açacaktı.
Ama bilirsiniz; kedilerin, tanrıçaların ve Zeu'ların sağı solu belli olmazdı...


Ayağa kalk Bastet,
Önünde uzun bir gün var.
Kemiklerindeki ağrıya
Kalbinde bulamadığın boşluğa
Bir bakış fırlat.
Ayağa kalk tanrıçam.
Haz dünyası dışında,
Senin senden başka tanrın yok bu dünyada...

-----

Baumgarten kırmızı gözlerini kırpıştırdı.
Bastet'ten kendini tanıtmasını istediğinde, afalladı Bastet.
Ne idi kendini tanıtmak? Sonsuz hazlardan hangi birini anlatacaktı Baum'un kızıl gözlerine.
Durdu, dinledi ve suya olan aşkından, gözyaşlarının cilde verdiği tazelikten bahseden en özet cümleyi kurdu. "Ich schwimme gern" (*En çok yüzmeyi severim = Severek yüzerim.)
Baum teşekkürünü ve ardından gelen o nefreti bir çırpıda boğuk oda insanlarına boşalttı.
Evet Frau Baumgarten, biz de mutlu değiliz burada olmaktan.
Güzelliğimize bir gün olsun uymadı bu röbdoşambrlar

------

Bastet, Blond'la tanıştı.
Enfes bir koordinasyon ve hayatı anlama yeteneği vardı Blond'un gözlerinde.
Bir kadavranın parçalanışını boğuk odadakilere anlatırken boğmayan bir kadındı.
Bastet hayran kaldı.
İlk bulduğu fırsatta Blond'un yanına gitti ve kozmik düzene dair fikirlerini paylaştı.
Ne muazzam bir uyumdu bu.
Kesinlikle aynı evrenden geliyorlardı...


------

Bastet Saga'yı gördü.
Hiç bir tesadüf tesadüf değildir.
Saga'yle bir anda derin bir çelişkinin içinde buldu kendini.
Kendisine sorulan bir "yer" sorusundan çıkmaydı her şey.
Ama o yer bir yola dönüşmeye başlamıştı.
Bir anda hayata bakışının Saga'nın dahi etkisinde kalmadan -ki insanları etkilemekte bir ustaydı Saga- ne denli değiştiğini fark etti.
Yetişmiyordu cümleler düşüncelerinin hızına.
Ve o ışıktan hızlı telepatisiyle kelimelerini kullanarak Saga'ya döktü içini
Ruhunu, kayboluşunu ve anlamsızlığını.
Saga onu anlamıştı.
Bastet'i bu dünyada bir Saga bir de Zeu anlamıştı.
Bastet'in ruhu yolunu buluyordu.
Bastet'in ruhu sanki eşini buluyordu.
Şaşkındı Bastet, düşünceleri net, bir cam gibi kesin ve parlaktı.
Saga'yı onca zamandır tanımasına rağmen, onun camından yeni bakabiliyordu içeriye.
Camın yansımasında kendini gördüğünde şaşırdı; ama Saga hiç şaşırmamış, gelecekten gelen ve görevini tamamlamış bir elçi gibi süzüldü karanlıktaki mağarasına yeniden.

Bastet amaçsızca yürüdüğü caddeleri ilk defa emin olarak geçiyordu.
Ve düzen, artık ona oyun oynamıyor, oyunu sahneliyordu.



-2. Gün'ün Sonu-

22 Aralık 2010 Çarşamba

1. Gün

Çirana saçlarını okşuyordu.
Şen kahkahaları Bastet'in kulaklarında çınladı.
Çirana'nın kahkahaları 50 yaşlarında, hayata rahat koltuğundan bakan, kırmızı rujlu bir kokananın bardak kıran kahkahaları gibiydi.
Kokana uzun filtreli sigarasını fazlasıyla çekti içine -ciğerleri daha büyüktü çünkü kalbinin yeri de ciğerlerine ek alan sağlıyordu-
Dumanı Bastet'in tüylü burnuna üfledi.
Bastet bu hayale dalmışken bir anda uyanıp gerçek Çirana'ya baktı.
Sevgi ama kin dolu yüzü onu hiç korkutmuyordu nedense...

O sırada Fenelon öğrencilerini durdurmaya çalışırken durdurulamaz genç bedenlerin kendi üzerindeki yansımasını farketti.
Dağınık saçları durdurulamaz bir rüzgarla o boğuk odanın havasında mikrosliselik hareketlerle uçuşuyordu.

Ve bunu sadece Bastet farkedebildi.
Çünkü onda kedi gözü vardı.


-1. Günün Sonu-

Doğum.

Zaman oyun oynamayı seviyordu.
Bastet için zaman, karşıdan karşıya bir türlü geçemeyen bir kaplumbağa gibiydi.
Yorgundu, zaman çok yorucu, beklenenler bir yorgunluk suçlusuydu.
Yalnızdı, hiç olmadığı kadar yalnız ve hiç olmadığı kadar yalnızlığa alışkın.
Olgunlaşmış bir armut gibiydi Bastet.
Tahta göğüs kafesi ve iri kalçalarıyla tam bir armut tasviriydi.

Yabancılaşmış tarlalar Bastet'in ruhuna dokunuyordu şu sıralar.
Alışılagelmiş masallar ve onların ezberlenmiş hazin sonları dumanı boş boş tüten bir sigara gibi anlamsızdı.

Kelimeleri anlamsız, ruhu anlamsız, duyguları anlamsızdı Bastet'in.


Ve Bastet tüm bu hisleri doğururken
Birden dünyaya geliverdi şu köşedeki fıçının içine...